Search
Close this search box.

FİLİSTİN’DE ŞEHADET EYLEMLERİ YAPMAK CAİZ MİDİR?

Soru: Filistin’de şehadet eylemleri yapmak caiz midir?

KISA FETVA

Kişinin, kafirlere zarar verebileceğine veya onlara karşı yaptığı eylem sebebiyle Müslümanlara cesaret aşılayarak cihadın seyrini etkileyeceğine dair kanaatinin ön planda olduğu bir durumda canını tehlikeye atarak düşman gruplarına saldırması caizdir. Bu intihar değil tam aksine kişinin şehitlik makamına ulaşmasına vesile olan bir şehadet eylemidir. Nitekim gerek Uhud savaşı esnasında gerek de diğer savaşlarda Allah Rasulü ﷺ, ashab-ı kirâmı buna teşvik etmiş ve bunu yapanları cennetle müjdelemiştir.

DETAYLI FETVA

            Hz. Adem’le (a.s) başlayan hakkın batılla mücadelesi kıyamete kadar devam edecektir. Gazze, Doğu Türkistan ve Myanmar gibi belli bölgelerde Müslümanlar, kafirler tarafından soykırıma tabi tutulmaktadır. Kafirlerin teknolojik, siyasi, askerî üstünlüğü; Müslümanların ise zayıflığı, dağılmışlığı ve sahipsizliği onları dinlerini, canlarını, ırzlarını ve mallarını muhafaza edemez hale getirmiştir. Bu durum bazı Müslümanları, kafirlere azami zarar vererek onları püskürtmek için kendi canlarını feda etme yoluna sevk etmiştir. Bu noktada bir Müslümanın öleceğini bildiği halde tek başına bir müfrezeye saldırıda bulunmasının intihar mı yoksa şehadet mi olarak kabul edileceği hususu fukaha arasında ihtilafa sebep olmuştur.

“Kitâbu’l-Cihâd” veya “Kitâbu’s-Siyer” başlıkları altında ayet ve hadisler ışığında cihada dair meseleleri inceleyen fukaha; cihadı: “Allah yolunda yapılan savaşa doğrudan katılmak yahut mal infak etmek, stratejik destek vermek, Müslümanların sayısını arttırmak ve sağlık hizmetlerinde bulunmak gibi dolaylı yoldan savaşa destek vermek” şeklinde tarif etmiştir.[1] Cihadın tarifi gibi hükmünden de bahseden fakihler; Müslümanların yaşadığı bir beldeye kafirlerin saldırması halinde o şehirde yaşayanlar için cihadın -namaz ve oruç gibi- farz-ı ayn olduğunu ve devlet tarafından nefir-i âm(seferberlik) ilan edilmesi halinde eli silah tutabilen herkesin savaşa katılması gerektiğini ifade etmektedir.[2] Saldırı altındaki şehirde yaşayan Müslümanların küffara karşı koyacak gücü ve teçhizatı olmaması halinde ise en yakın olan İslam beldesinde ikamet edenlerden başlamak üzere tüm Müslümanlara cihat farz olur.[3]

Cihat farzını yerine getirirken kişinin kendi canını tehlikeye atması hususunda İmam Muhammed şöyle demektedir: “Öldürüleceğinin kuvvetle muhtemel olduğunu bilmekle birlikte kafirlere öldürme, yaralama, hezimete uğratma şeklinde bir zarar vereceğini uman bir Müslümanın, küffara tek başına saldırmasında bir beis yoktur. Ancak kendisi öldürülmekle birlikte küffara hiçbir şekilde zarar veremeyeceğini bilmesi halinde tek başına bir gruba saldırması mübah değildir.”[4] El-Cassâs (r.a), kafire zarar veremese de Müslümanlara cesaret aşılayacağını düşünen bir kişinin de düşman arasına dalarak kendini feda etmesinin caiz olduğunu ve kişinin bundan dolayı sevaba nail olacağını İmam Muhammed’in (r.a) kavli bağlamında ifade ettikten sonra şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Kişinin kendini bu şekilde telef etmesinde dine dönen bir menfaat olması halinde bu, Allah Teâlâ’nın; “Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır.”[5], “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilâkis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.”[6], “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için canını satmıştır. Allah, kullarına çok şefkatlidir.”[7] buyurarak teşvik ettiği şerefli bir makamdır.”[8] Hanefî fakihlerinden İmam Serahsî (r.a) de kişinin, öleceğini bilerek kafirlere zarar verme ümidiyle kalabalık bir kafir grubuna saldırmasının caiz olduğunu ifade etmektedir.[9]

Şafiî fukahasından İmamu’l-Harameyn el-Cüveynî, kişinin savaş meydanından geri çekilmesinin caiz olup olmadığı yerleri değerlendirme sadedinde cevazla alakalı şunları söylemektedir: “Geri çekilmenin haram kabul edilmediği durumda kişi kaçmadığında kafire herhangi bir zararı dokunmadan ölecekse geri çekilmesi vacip olur. Ancak kafire zararı olması durumunda ise meselede iki görüş vardır.”[10] Bu ifadeleri nakleden İmam Nevevî (r.a), Cüveynî’nin (r.a) ifadesini tasdik ettikten sonra iki görüşten en doğrusunun kafire herhangi bir zarar dokunacaksa ölme pahasına savaş meydanında sebat etmenin müstehap olduğunu ifade etmektedir.[11]

Yukarıda zikredilenlerden anlaşıldığı üzere, düşmana zarar vermenin muhtemel olduğu durumlarda kişinin canını kurtarma ihtimali olmasa da şehadet eyleminde bulunması Hanefi ve Şafiî mezheplerine göre caizdir. Müslümanların menfaatinin olduğu durumlarda şehadet eylemlerinin cevazına dair şu rivayetlerle istidlâl edilebilir:

  1. Cabir b. Abdullâh (r.a) Uhud savaşına dair şu hadiseyi nakletmektedir: “Uhud savaşında bir adam gelerek, ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Öldürülürsem nerede olacağım?’ diye sordu. Allah Rasûlü ﷺ ‘Cennette.’ dedi. Bunun üzerine adam elindeki hurmaları atarak öldürülene kadar savaştı.”[12] Nitekim İbn Abidin de (r.a) kişinin, Müslümanların maslahatına binaen kalabalık bir müfrezeye tek başına saldırmasının cevazına Uhud savaşında yaşanan kahramanlıklarla ve Allah Rasûlü’nün ﷺ bunları methetmesiyle istidlâl etmektedir.[13]
  2. Ebû Mûsa el-Eş’arî (r.a), düşman karşısındayken Allah Rasûlü’nün ﷺ şu ifadelerini aktardı: “Cennetin kapıları kılıçların gölgeleri altındadır.” Bunu duyan üstü başı dağınık bir adam kalkarak, “Ey Ebû Mûsâ! Sen Allah Rasûlü’nün ﷺ bunu dediğini duydun mu?” diye sordu. Ebû Mûsa (r.a), “Evet.” deyince adam, arkadaşlarına dönerek onlara selam verdi ve kılıcının kınını kırıp attı. Daha sonra kılıcıyla düşmanın üzerine yürüyerek öldürülene kadar savaştı.[14]
  3. Allah Rasûlü ﷺ Yahûdî Ebû Rafi’e suikast yapılarak öldürülmesini emredince, birlik komutanı Abdullah b. Atîk’in (r.a) canını tehlikeye atarak korunaklı kaleye tek başına sızması ve onu öldürdükten sonra ayağı kırık bir halde Rasûlullah’a dönmesi de istişhadın delillerindedir. Allah Rasûlü ﷺ Abdullah’a (r.a) canını tehlikeye atmasından dolayı kızmamış, yanına oturtarak ona dua etmiş ve şifasına vesile olmuştur.[15]
  4. Yemâme savaşında Müseylime ve ordusu yenilgiye uğrayıp kaçarak Ölüm bahçesi veya Rahman bahçesi olarak isimlendirilen yere sığınınca Berâ b. Mâlik (r.a)[16] beni tutun ve onlara doğru fırlatın dedi. Mücahitler Berâ b. Mâlik’i içeriye attılar. O da karşı taraftan on kişiyi öldürerek Müslümanlara kapıyı açtı.[17]

Şehadet eylemlerinin; “Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.”[18] ayet-i kerimesine aykırı olduğunu söylemek doğru değildir. Zira zikredilen ayet-i kerimenin farklı tefsirlerinden biri de “Cihattan geri durmak suretiyle kendinizi tehlikeye atmayın.” şeklindedir.[19] Nitekim Kostantiniye’nin fethine giden gruptan bir adam düşman üzerine atılıp savaşmaya başlayınca diğerleri adamın eliyle kendini tehlikeye attığını söyleyince Ebû Eyyüb el-Ensârî (r.a), “Bu ayet, biz Ensar hakkında nazil oldu. Allah Teâla Peygamberine yardım edip İslâm’ı galip kılınca, ‘Biz artık mallarımızla ilgilenebiliriz.’ dedik. Bunu üzerine Rabbimiz, “Allah yolunda harcama yapın; ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin, kuşkusuz Allah iyilik edenleri sever.”[20] ayetini indirdi. Ellerimizle kendimizi tehlikeye atmaktan maksat mallarımızla ilgilenip cihadı terk etmemizdir.” buyurdu. Bu olayı nakleden Ebû İmrân, daha sonra Ebû Eyyüb’ün (r.a) Allah yolunda cihat etmeye devam ettiğini ve Kostantiniye’ye defnedildiğini söyledi.[21]

Müslümanların işgal altında yaşamaya zorlandığı, ordularının olmadığı, nizami savaş yoluyla düşmanı yenemeyecekleri durumlarda son çare olarak bir müminin kafirlere zarar verebileceğine veya onlara karşı yaptığı eylem sebebiyle Müslümanlara cesaret aşılayarak cihadın seyrini etkileyeceğine dair kanaatinin ön planda olduğu bir durumda kendi canını tehlikeye atarak düşman gruplarına saldırması caizdir. Bu intihar değil tam tersi kişinin şehitlik makamına ulaşmasına vesile olan bir şehadet eylemidir. Nitekim gerek Uhud savaşı esnasında gerek de diğer savaşlarda Allah Rasulü ﷺ, ashabı buna teşvik etmiş ve bunu yapanları cennetle müjdelemiştir.

[1] Bkz. Alâuddîn Muhammed b. Ali el-Haskefî, ed-Durru’l-Muhtâr(Haşiyetu İbn Abidin İle Beraber) (Lahor: Mektebetu Reşîdiye, 2023), 6/193.

[2] Bkz. Muhammed Emin İbn Abidin, Raddu’l-Muhtâr ala’d-Durri’l-Muhtâr (Beyrut: Dâru’l-Marife, 2015), 9/202.

[3] Bkz. Heyet, el-Fetâvâl-Hindiyye (el-Matbaatu’l-Kübrâ el-Emîriyye, ts.), 2/188.

[4] Burhânuddîn Ebu’l-Meâlî Mahmûd b. Ahmed b. Abdilazîz İbn Mâze el-Buhârî, el-Muhîtu’l-Burhânî fi’l-fıkhi’n-Nu’mânî (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2004), 5/371.

[5] Tevbe, 9/111.

إِنَّ ٱللَّهَ ٱشۡتَرَىٰ مِنَ ٱلۡمُؤۡمِنِینَ أَنفُسَهُمۡ وَأَمۡوَ ٰ⁠لَهُم بِأَنَّ لَهُمُ ٱلۡجَنَّةَۚ یُقَـٰتِلُونَ فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ فَیَقۡتُلُونَ وَیُقۡتَلُونَۖ…

[6] Ali İmran, 3/169.

وَلَا تَحۡسَبَنَّ ٱلَّذِینَ قُتِلُوا۟ فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ أَمۡوَ ٰ⁠تَۢاۚ بَلۡ أَحۡیَاۤءٌ عِندَ رَبِّهِمۡ یُرۡزَقُونَ.

[7] Bakara, 2/206.

وَمِنَ ٱلنَّاسِ مَن یَشۡرِی نَفۡسَهُ ٱبۡتِغَاۤءَ مَرۡضَاتِ ٱللَّهِۚ وَٱللَّهُ رَءُوفُۢ بِٱلۡعِبَادِ.

[8] Bkz. Ebu Bekir er-Râzî el-Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1992), 1/327-328.

[9] Şemsu’l-Eimme es-Serahsî, el-Mebsût (Beyrut: Dâru’l-Marife, ts.), 10/76.

[10] Bkz. Ebü’l-Meâlî Rüknüddîn Abdülmelik b. Abdillâh b. Yûsuf el-Cüveynî et-Tâî en-Nîsâbûrî el-Cüveynî, Nihâyetü’l-matlab fî dirâyeti’l-mezheb (Cidde: Dâru’l-Minhâc, 2007), 17/454; Kâsım Abdulkerîm el-Kazvînî er-Râfiî, el-Azîz Şerh’ul-Vecîz(eş-Şerhu’l-Kebîr) (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1997), 11/405.

[11] Ebu Zekeriyya Muhyiddîn b. Şeref en-Nevevî, Ravzatu’t-Tâlibîn ve Umdetu’l-Müftîn (Beyrut: el-Mektebu’l-İslâmî, 1991), 10/248.

[12] Müslim, İmare, 143 (Hadis No: 1899).

قَالَ رَجُلٌ أَيْنَ أَنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنْ قُتِلْتُ قَالَ « فِى الْجَنَّةِ » . فَأَلْقَى تَمَرَاتٍ كُنَّ فِى يَدِهِ ثُمَّ قَاتَلَ حَتَّى قُتِلَ . وَفِى حَدِيثِ سُوَيْدٍ قَالَ رَجُلٌ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم يَوْمَ أُحُدٍ.

[13] İbn Abidin, Raddu’l-Muhtâr ala’d-Durri’l-Muhtâr, 6/203.

[14] Müslim, İmare, 146 (Hadis No: 1902).

عَنْ أَبِى عِمْرَانَ الْجَوْنِىِّ عَنْ أَبِى بَكْرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ قَيْسٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ سَمِعْتُ أَبِى وَهُوَ بِحَضْرَةِ الْعَدُوِّ يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ أَبْوَابَ الْجَنَّةِ تَحْتَ ظِلاَلِ السُّيُوفِ » . فَقَامَ رَجُلٌ رَثُّ الْهَيْئَةِ فَقَالَ يَا أَبَا مُوسَى آنْتَ سَمِعْتَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ هَذَا قَالَ نَعَمْ . قَالَ فَرَجَعَ إِلَى أَصْحَابِهِ فَقَالَ أَقْرَأُ عَلَيْكُمُ السَّلاَمَ . ثُمَّ كَسَرَ جَفْنَ سَيْفِهِ فَأَلْقَاهُ ثُمَّ مَشَى بِسَيْفِهِ إِلَى الْعَدُوِّ فَضَرَبَ بِهِ حَتَّى قُتِلَ.

[15] Bkz. Buhari, Megâzî, 16 (Hadis No: 4039).

عَنِ الْبَرَاءِ قَالَ بَعَثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى أَبِى رَافِعٍ الْيَهُودِىِّ رِجَالاً مِنَ الأَنْصَارِ ، فَأَمَّرَ عَلَيْهِمْ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَتِيكٍ ، وَكَانَ أَبُو رَافِعٍ يُؤْذِى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَيُعِينُ عَلَيْهِ ، وَكَانَ فِى حِصْنٍ لَهُ بِأَرْضِ الْحِجَازِ ، فَلَمَّا دَنَوْا مِنْهُ ، وَقَدْ غَرَبَتِ الشَّمْسُ ، وَرَاحَ النَّاسُ بِسَرْحِهِمْ فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ لأَصْحَابِهِ اجْلِسُوا مَكَانَكُمْ ، فَإِنِّى مُنْطَلِقٌ ، وَمُتَلَطِّفٌ لِلْبَوَّابِ ، لَعَلِّى أَنْ أَدْخُلَ . فَأَقْبَلَ حَتَّى دَنَا مِنَ الْبَابِ ثُمَّ تَقَنَّعَ بِثَوْبِهِ كَأَنَّهُ يَقْضِى حَاجَةً ، وَقَدْ دَخَلَ النَّاسُ ، فَهَتَفَ بِهِ الْبَوَّابُ يَا عَبْدَ اللَّهِ إِنْ كُنْتَ تُرِيدُ أَنْ تَدْخُلَ فَادْخُلْ ، فَإِنِّى أُرِيدُ أَنْ أُغْلِقَ الْبَابَ . فَدَخَلْتُ فَكَمَنْتُ ، فَلَمَّا دَخَلَ النَّاسُ أَغْلَقَ الْبَابَ ، ثُمَّ عَلَّقَ الأَغَالِيقَ عَلَى وَتَدٍ قَالَ فَقُمْتُ إِلَى الأَقَالِيدِ ، فَأَخَذْتُهَا فَفَتَحْتُ الْبَابَ ، وَكَانَ أَبُو رَافِعٍ يُسْمَرُ عِنْدَهُ ، وَكَانَ فِى عَلاَلِىَّ لَهُ ، فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْهُ أَهْلُ سَمَرِهِ صَعِدْتُ إِلَيْهِ ، فَجَعَلْتُ كُلَّمَا فَتَحْتُ بَابًا أَغْلَقْتُ عَلَىَّ مِنْ دَاخِلٍ ، قُلْتُ إِنِ الْقَوْمُ نَذِرُوا بِى لَمْ يَخْلُصُوا إِلَىَّ حَتَّى أَقْتُلَهُ . فَانْتَهَيْتُ إِلَيْهِ ، فَإِذَا هُوَ فِى بَيْتٍ مُظْلِمٍ وَسْطَ عِيَالِهِ ، لاَ أَدْرِى أَيْنَ هُوَ مِنَ الْبَيْتِ فَقُلْتُ يَا أَبَا رَافِعٍ . قَالَ مَنْ هَذَا فَأَهْوَيْتُ نَحْوَ الصَّوْتِ ، فَأَضْرِبُهُ ضَرْبَةً بِالسَّيْفِ ، وَأَنَا دَهِشٌ فَمَا أَغْنَيْتُ شَيْئًا ، وَصَاحَ فَخَرَجْتُ مِنَ الْبَيْتِ ، فَأَمْكُثُ غَيْرَ بَعِيدٍ ثُمَّ دَخَلْتُ إِلَيْهِ فَقُلْتُ مَا هَذَا الصَّوْتُ يَا أَبَا رَافِعٍ . فَقَالَ لأُمِّكَ الْوَيْلُ ، إِنَّ رَجُلاً فِى الْبَيْتِ ضَرَبَنِى قَبْلُ بِالسَّيْفِ ، قَالَ فَأَضْرِبُهُ ضَرْبَةً أَثْخَنَتْهُ وَلَمْ أَقْتُلْهُ ، ثُمَّ وَضَعْتُ ظُبَةَ السَّيْفِ فِى بَطْنِهِ حَتَّى أَخَذَ فِى ظَهْرِهِ ، فَعَرَفْتُ أَنِّى قَتَلْتُهُ ، فَجَعَلْتُ أَفْتَحُ الأَبْوَابَ بَابًا بَابًا حَتَّى انْتَهَيْتُ إِلَى دَرَجَةٍ لَهُ ، فَوَضَعْتُ رِجْلِى وَأَنَا أُرَى أَنِّى قَدِ انْتَهَيْتُ إِلَى الأَرْضِ فَوَقَعْتُ فِى لَيْلَةٍ مُقْمِرَةٍ ، فَانْكَسَرَتْ سَاقِى ، فَعَصَبْتُهَا بِعِمَامَةٍ ، ثُمَّ انْطَلَقْتُ حَتَّى جَلَسْتُ عَلَى الْبَابِ فَقُلْتُ لاَ أَخْرُجُ اللَّيْلَةَ حَتَّى أَعْلَمَ أَقَتَلْتُهُ فَلَمَّا صَاحَ الدِّيكُ قَامَ النَّاعِى عَلَى السُّورِ فَقَالَ أَنْعَى أَبَا رَافِعٍ تَاجِرَ أَهْلِ الْحِجَازِ . فَانْطَلَقْتُ إِلَى أَصْحَابِى فَقُلْتُ النَّجَاءَ ، فَقَدْ قَتَلَ اللَّهُ أَبَا رَافِعٍ . فَانْتَهَيْتُ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَحَدَّثْتُهُ فَقَالَ « ابْسُطْ رِجْلَكَ » . فَبَسَطْتُ رِجْلِى ، فَمَسَحَهَا ، فَكَأَنَّهَا لَمْ أَشْتَكِهَا قَطُّ.

[16] Vâkıdî aynı kıssayı Ebû Dücâne(r.a) üzerinden anlatmaktadır. Bkz. Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Vâkıd el-Vâkıdî, Kitâbu’r-ridde (Beyrut: Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 1990), s. 133.

[17] Bkz. Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî İbnu’l-Cevzî, el-Muntazam fî târîhi’l-ümemi ve’l-mulûk (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1992), 4/82.

[18] Bakara, 2/195. وَلَا تُلۡقُوا۟ بِأَیۡدِیكُمۡ إِلَى ٱلتَّهۡلُكَةِ

[19] Ebû Bekir İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2003), 1/165-166.

[20] Bakara, 2/195. وَأَنفِقُوا۟ فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ وَلَا تُلۡقُوا۟ بِأَیۡدِیكُمۡ إِلَى ٱلتَّهۡلُكَةِ وَأَحۡسِنُوۤا۟ۚ إِنَّ ٱللَّهَ یُحِبُّ ٱلۡمُحۡسِنِینَ

[21]  Ebu Davud, Cihad, 22 (Hadis No: 2512).

عَنْ أَسْلَمَ أَبِى عِمْرَانَ قَالَ : غَزَوْنَا مِنَ الْمَدِينَةِ نُرِيدُ الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ، وَعَلَى الْجَمَاعَةِ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ خَالِدِ بْنِ الْوَلِيدِ وَالرُّومُ مُلْصِقُو ظُهُورِهِمْ بِحَائِطِ الْمَدِينَةِ، فَحَمَلَ رَجُلٌ عَلَى الْعَدُوِّ فَقَالَ النَّاسُ: مَهْ، مَهْ، لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ، يُلْقِى بِيَدَيْهِ إِلَى التَّهْلُكَةِ. فَقَالَ أَبُو أَيُّوبَ: إِنَّمَا نَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ فِينَا مَعْشَرَ الأَنْصَارِ لَمَّا نَصَرَ اللَّهُ نَبِيَّهُ وَأَظْهَرَ الإِسْلاَمَ، قُلْنَا: هَلُمَّ نُقِيمُ فِى أَمْوَالِنَا وَنُصْلِحُهَا، فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى “(وَأَنْفِقُوا فِى سَبِيلِ اللَّهِ وَلاَ تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ)” فَالإِلْقَاءُ بِالأَيْدِى إِلَى التَّهْلُكَةِ أَنْ نُقِيمَ فِى أَمْوَالِنَا وَنُصْلِحَهَا وَنَدَعَ الْجِهَادَ. قَالَ أَبُو عِمْرَانَ: فَلَمْ يَزَلْ أَبُو أَيُّوبَ يُجَاهِدُ فِى سَبِيلِ اللَّهِ حَتَّى دُفِنَ بِالْقُسْطَنْطِينِيَّةِ.

PAYLAŞ

Facebook
Twitter
Whatsapp
Telegram